![]() |
topkapı sarayı hazineleri |
3 kıtaya hükmetmiş bir imparatorluğun hükümet merkezi, yüzlerce yıllık padişah evi, gizemli haremi, dünyanın en zengin hazinesi, el yazması kitapları, silahları, mimarisi ile dünyanın ilgi odağı, Dünya Miras Listesi’nin İstanbul tarihi yarımadasındaki en değerli noktası, Osmanlı İmparatorluğu’nun gözde mekânı Topkapı Sarayı, bugün de turistlerin ilgiyle gezdiği bir yapı… Ve işte o tarihi sarayın en güzel bölümlerinden birindeyiz, Hazine Odası’nda…
Topkapı Sarayı, Müzesi ve Hazine Odası’nın künyesi
Topkapı Sarayı, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1478’de yaptırılmış ve Sultan Abdülmecit Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırana kadar; 4 yüzyıla yakın bir süre, Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim binası ve sultanların da ikametgahı olmuş. Fatih Sultan Mehmet’den sonra gelen padişahların da eklediği yeni köşklerle 700.000 m2 ye yayılan saray, günümüzde 400.000 m2 alanda yaşamını sürdürüyor. Sultanlar ve saray halkı, Dolmabahçe, Yıldız ve diğer saraylarda yaşamaya başladıkça Topkapı Sarayı boşaltılmışsa da içindeki birçok görevliyle birlikte yaşamını sürdürmüş. Fatih Sultan Mehmet Topkapı Sarayı’nı yaptırdığında saray binaları bugün olduğu kadar geniş alana yayılmış değilmiş elbette. Ancak Topkapı Sarayı’nda ilk yapıldığı günlerden bugüne kadar var olan bir bölüm var ki burası bizzat Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış: Hazine!
Hazineye giren ilk yabancı ve sarayın müzeye dönüşümü
Hazine, adından da anlaşılacağı gibi, sarayın kıymetli eşyalar bölümü, kasası. İmparatorlukta devlete gelen her türlü gelirin beşte biri hazineye aktarılır, değerli armağanlar, saray sanatçılarının ürettikleri ve dışarıdan gelen sanat eserleri buradaki sandık ve dolaplarda saklanırmış. Sultan ve ailesinin sahip olduğu mücevherler, kürkler, altın, gümüş ve diğer değerli eşya, kumaşlar da eklendiğinde bu hazine, dünya çapında bir efsaneye dönüşmüş. Devlet mali sıkıntıya düştüğünde buradaki mal varlıkları paraya dönüştürülerek destek olunur, Hazine de yaklaşık 150 iç oğlanı tarafından korunurmuş. O kadar titizlikle korunurmuş ki sarayda yaşayıp da bu odaya hiç girememiş pek çok insan varmış.
Hazineye, yalnızca padişahlar tek başına girebilirler, padişah yoksa ancak 40 kişilik bir ekiple açılabilirmiş. Hazine, ilk kez, Sultan Abdülmecit’in (1839-1861), dönemin İngiliz Elçisi’ne Hazine-i Hûmayun’daki eski eserleri göstermesiyle bir anlamda ziyarete açılmış. Onun dönemine kadar depolarda duran eserlerin yabancılara gösterilmesi de bir gelenek haline gelmiş. Sultan Abdülaziz (1861-1876), olayı biraz daha kurumsallaştırarak, ampir vitrinler yaptırmış, eserleri artık bunların içinde göstermeye başlamış. Sarayın Türkiye halkının malı bir müzeye dönüşmesi ancak Cumhuriyet’in ilânından sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle mümkün olmuş; Topkapı Sarayı 3 Nisan 1924’de halkın ziyaretine açılmak üzere İstanbul Âsâr-ı Atika Müzeleri Müdürlüğü’ne bağlanmış, bazı onarımlardan sonra 9 Ekim 1924’de müze olarak ziyarete açılmış.
Hazine Odası’nda neler var?
2001’deki onarım ve iyileştirme çalışmalarından sonra daha aydınlık ve rahat bir ortamda gezilen Hazine Odası, Topkapı Sarayı Müzesi’nin Fatih Köşkü’nde bulunan ve en çok ilgi çeken bölümlerinden ve dünyanın en zengin koleksiyonlarından biri. Bu tür değerli nesne ve eserler ne kadar iyi korunsalar da başlarına bir şey gelebilir endişesiyle, çoğu zaman kopyalarıyla sergilenirler. Oysa burada sergilenen herşey özgün, bu da onların etkileyiciliğini iyice artırıyor. Hazine Odası’ndaki koleksiyon, 4 salonda sergileniyor.
Bir eşi daha olmayan eserler...
Farklı yüzyıllara tarihlenen eserler arasında en büyük ilgiyi kuşkusuz, pek çok roman ve filme konu olan Kaşıkçı Elması ile Topkapı Hançeri topluyor. Bir eşi daha olmayan bu iki eserin yanısıra tahtlar, mücevherler, takılar, hükümdarlık simgesi askı ve sorguçlar, devlet madalyaları, el yazmaları, şamdanlar, değerli maden ve taşlarla süslü çeşitli eşya görenlerin nefesini kesiyor.
![]() |
topkapı hançeri |
Tahtlar
Taht, diğer toplumlarda olduğu gibi Osmanlı’da da önemli işlevlere sahip, çeşitli durumları simgeleyen, genellikle saraylarda bulunan, hükümdarın oturduğu bir tür koltuk. Bunları saray ustaları yaptığı gibi başka ülkelerden de gelen ya da armağan edilen tahtlar olduğu biliniyor. Osmanlıların erken döneminden günümüze kadar gelebilmiş taht örneği yok. Hazine Odası’nda sergilenen 4 taht var ki her biri kendine has farklı işlev ve tarihe sahip. Bunlardan som altın kaplama olan taht, Bayram veya Cülus (tahta çıkma töreni) tahtı olarak da biliniyor. Çünkü saraydaki bayramlaşmalar ve tahta çıkma törenleri, Bab-üs Saade önünde, padişahın da katılımıyla düzenlenirmiş. İşte “protokol koltuğu” olarak da Hazine’de saklanan özel tahtlardan biri de padişahın oturması için buraya getirilirmiş. 18. yy’da III. Mustafa döneminde başlayan bu gelenek, son padişah Vahdettin’e kadar sürmüş. En son onun tahta çıkarken oturduğu bu altın taht, tam 957 adet yakutla süslü. Nadir Şah Tahtı diye anılan, Hint üslubundaki taht ve payesi ise Nadir Şah tarafından Sultan I. Mahmut’a (1730-1754) diplomatik hediye olarak gönderilmiş. Hiçbir Osmanlı padişahı tarafından kullanılmamış. Hazinedeki incili eşya arasında çok önemli bir yeri var. Taht, ahşap üzerine altın mineli plakalarla kaplanmış inci, zümrüt ve yakutlarla süslenmiş. Kuyumculuk tekniği ve biçim açısından Hindistan’da yapıldığı tahmin ediliyor çünkü Nadir Şah, Hindistan’a birçok sefer yapmış ve oldukça büyük ganimetler elde etmiş.
Abanoz ağacından yapılmış fildişi ve sedef kakmalı taht, Sultan IV. Murat’a ait olup 17’nci yy, Türk el işlemeciliğinin en güzel örneklerinden biriyle örtülmüş. Sultan I.Ahmet’e ait, 17. yy ağaç işçiliğinin muhteşem bir örneği olan dördüncü taht ise sedefkâr Mehmet Ağa tarafından yapılmış. Ceviz ağacından, üzeri bağa ve sedef kaplama ve farklı boyutlarda değerli taşla süslü...
Daha neler neler var...
Sultanların sarık veya kavuklarının üzerine taktığı, hükümdarlık simgesi sorguçlar, ok ve yay sadakları ile bir zehirli ok atma yüzüğü de büyük hayranlık topluyor. Hünkârın gücünü temsil eden sorguçlar, değerli taşlarla ve tavus kuşu tüyü ya da başka tüylerle süslenip etkisi daha da artırılmış.
Bu tüyler “süpürge”ye de benziyor ki bu da “Allah’a kulluk etmek” anlamına gelirmiş. Tarihçilere göre bu olgu, tebası üzerinde muazzam bir güce sahip olan padişahlar için bir tür kendini sakinleştirme, “Benden büyük Allah var” deme yöntemi. Selçuklu sultanları da bu sembolü sık sık kullanırmış. Sorguç, zamanla vezirler, sultanlar hatta atların da başlarına takılır olmuş. Hazine Odası’nda, inci, yakut ve dev zümrütlü sorguçlar var. İri taşlı 17. yy’a ait zümrüt askılar da aynı yerde yer alıyor. Bu askılar padişahların oturdukları tahtın tavanında ya da tahtın bulunduğu salonun veya odanın tavanından aşağı bir zincirle asılırmış. Zümrütün bu kadar bol kullanılmasında Osmanlı İmparatorluğu’nun Mısır’ı ele geçirdikten sonra dünyadaki en önemli zümrüt ocağına da sahip olmasının payı büyük olmalı. Yeşim ve necef de bol kullanılan değerli taşlar arasında. III. Mustafa’nın süslü zırhı, iskeleti ceviz ağacından, dış yüzeyi altın yaldızlı sıvama gümüş olup üzeri elmas, yakut ve zümrütlerle donatılmış süslü bir beşik, mücevher kutuları, kuran kapakları, nişan ve madalyalar, Kâbe hediyeleri, muska ve hamaylı, örtü, kaftan, at koşu takımı ve at başlığı, saç bağı, hotoz, zülüflük, enselik, gerdanlık, iğne, çelenk, küpe, düğme, kemer, kemer tokası, zihgir, halhal, pazıbent, bilezik, yüzük, zincir, saat, köstek gibi eşya da yine Hazine Odası’nda...
Sultan Selim’in vasiyeti
Hazine Odası’nın bulunduğu yapı Fatih Köşkü adıyla da anılıyor. Bu da bir saray geleneği. Her yeni gelen padişahın eklediği köşke onun adı veriliyor. Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran ve Mısır seferlerinde elde ettiği kıymetli eşyaların saraya taşınmasıyla da burası tamamen bir hazine odası olarak kullanılmaya başlanmış. Hatta rivayet o ki Yavuz Sultan Selim her seferden döndüğünde Hazine tıka basa dolar, içeri girilemezmiş. En değerli parçalar, Osmanlı İmparatorluğu’nun çok güçlü olduğu ve üç kıtada hüküm sürdüğü 16. ve 17. yüzyıllar arasında saraya ulaşmış. Aynı dönemde diğer hükümdarlar da Osmanlı padişahlarına hediye gönderme yarışına girmiş. Bir de Osmanlı İmparatorluğu’nun kaybettiği topraklardan geri gönderilen kıymetli parçalar da var. Bunlar, “başlarına bir şey gelmemesi” ve Saray’da daha iyi korunacaklarına inanıldığı için geri dönen parçalar... Hazine Odası’nın girişinde sergilenen, Yavuz Sultan Selim’e ait, üzerinde “Ancak Allah’a tevekkül ederim” yazan kırmızı akik mührün de ilginç bir öyküsü var. Yavuz Sultan Selim, “Benim altınla doldurduğum hazineyi, torunlarımdan her kim doldurabilirse kendi mührü ile mühürlesin, aksi halde Hazine-i Hümayûn benim mührümle mühürlensin” demiş. O tarihten sonra gelen padişahların hiçbiri hazineyi dolduramadığından, Hazine’nin kapısı daima Yavuz’un mührüyle mühürlenmiş.
Yorumlar
Yorum Gönder